Blog
Toplum olarak acıdan beslenmeye yatkınız.
Acılı hayat hikayeleri hemen dikkatimizi çeker, mutlu hikayeleri önemsemez hatta birgün mutlaka bozulacağına ikna olur ve bunun tesellisini etrafımızdakilerede veririz;
Kendi mutsuzluğumuza, yetemediğimize tahammül edemez herkesin öyle mutsuz olmasını dileriz.
Harika devam eden bir evlilik 10 yıl sonunda sorunlar yaşayıp bunu yansıttıklarında zaten olması gereken olmuşcasına gizli bir memnuniyet vardır. Mutluluklari izlediğinde; “Şimdi cicim ayları hele bi zaman geçsin onlarıda görürüz”…
Bu durumu hayatın tüm alanlarında görmek mümkündür.
Örnekler çoğaltılır, iş kurmuş birinin, zengin olmuş birinin batırmasıda aynı etkiyle karşılanır.
Çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan ebeveynin yaptığı bir hata ve çocukta olumsuz etki bırakmış olmasıda…
Deneyen, gayret eden birinin başarısızlığı besler, gayret edeninde olmuyor ne gerek var denemeye deyip kenarda beklemek kolay gelir
Bu durum hayatında naifliği mutluluğu anlayışı arayan insanları hasta eder, üzer, kırar, yorar.
Bu durumun yani olumsuza odaklı olmanın temel nedeni: ‘Üretmemektir!’
Üretmeyen insan yalnızlaşır iki kişi ile bir araya geldiğinde paylaşacak konusu azdır, üretici olmadığı içinse zamanı çoktur.
Konuşmak ister, muhabbet etmek ister, dahil olmak ait olmak ister bunlarla beraber sunacağı bir payda yoktur. Günüm güzel geçtiğini söylese, bu konuşma bir cümle ile tamamlanır ve karşı tarafın yeteri kadar ilgisini çekemez.
O zaman merak edilecek dikkatle dinlenecek bir hikayeye ihtiyaç vardır bu durumda ya kendi gündemini acılarla geçiyormuş gibi yansıtır.
Kendisinde yeteri kadar acı kaynağı olmadığını farkettiğinde etrafında olup bitenler ile gündem oluşturur.
Yeteri kadar aitlik hissine kavuşmak içinse, olaylara kendince renk kattığını savunarak başka anlamlara yol açacak kelimeler eklemeye başlar ve hikaye tamda dikkat çeken bir noktaya gelmiştir, artık hikaye kahramanının ne denli onuru çiğnendiği bu durumun onu ne denli inciteceği önemli olmamaya başlar.
Yorumlar eklenir eklenmiş yorumlar karşı tarafın sanki öyleymiş gibi kabul ederek birbaşkasına anlatacağı hikayeye dönüşür.
Üretmeye ve yapıcı olmaya kolaylaştırmaya meyli olmayan kişilerin kısır döngüsü haline gelir bu durum…
Oysa yaşam çok kısa ve sadece ürettiklerinden bu hayata bıraktığın izlerden ibaret olacaksın.
Ölümünden sonra kalacak şey biriktirdiklerin değil bıraktıklarındır. Bıraktığın izler senin kim olduğunu belirleyecek.
Neyle anılmak istersin ismin söylenirken insanların ne hissetmesini önünde iki seçenek var insanların tükettiklerin için yaşamlarına kattığın acıyla yada ismini yüzyıllarca saygıyla hatırlamaları…
Hayatın yaptığın seçimlerle belirlenecek.
Üreten insan insanı topluma kazandırandır!
Üreten insan yetimhanede ağlamayı unutmuş çocukların yüreğine dokunandır….
Üreten insan bilime hizmet edendir…
Üreten insan bir canlının hayatta kalmasına yardımcı olandır…
Üreten insan işleri kolaylaştıracak bir malzeme üretendir…
Üreten insan üşümesin diye sevdiklerine hırka örebilendir…
Üreten insan faydalı gıdalar için çaba sarfedendir…
Üreten insan sınıfındaki öğrencisinin geleceğine olumlu etki edendir…
Üreten insan kapısının önüne sokakta yaşayan canlılar içsin diye bir kap su koyandır…
Üreten insan trafikte saygılı davranandır…
Üreten insan tebessüm ettirendir…
Üreten insanın işi kendiyledir ve fayda sağlama çabasındadır…
Sabah gözlerini açtığında bugün ne yapabilirim diye düşünebilen yaptığı güzellikleri artırma çabasında olan var olan işini en iyi şekilde yapmaya devam edendir…
Üreten insan düşünebilen insandır hayatın amacını varlığının nedenliğini araştıran amacını keşfedendir…
Zihin her yaşta öğrenir, o halde ona yeni yollar göstermeli, yeniden hayatımızı programlamalı geleceğe yatırıma dönecek muhteşem bir hayatı sergileyebilmeliyiz.
Burada yazıyı sonlandırmadan önce güzel bir hikaye ile tamamlayalım…
Birçoğunuzun bildiği o güzel yaşanmışlık.
Japonya’da sol kolunu kaybetmiş kareteci bir çocuğun eğitimini üstlenen hocası ile arasında geçmekte bu hikaye;
Hocası sol kolu olmayan bu çocuğa ilk dersinden başlayarak, karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı öğretiyor, ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlar.
Taki hocasını bir gün, şampiyonaya katılacağını söyleyene dek…
Çocuk çok şaşkın bir halde, bildiği tek bir hareket olduğunu kabul ederek başaramayacağını düşünür.
Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sorar “hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim” Hocası ise “sen sadece hareketi yap” cevabını verir.
Çocuk ringe çıkar ve hareketiyle rakibini eler. Hatta tek hareketle finale kadar çıkar.
Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korkar ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yener ve şampiyon olur.
Sevinçle hocasının yanına geçer ve sorar “hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum”
Hocası çocuğa tebessümle ; “senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir.
Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmaktır”…
Tıpkı bu yaşanmışlık örneğinde olduğu gibi üretirken doğru bir hedef ve strateji oluşturmak neyi neden yaptığını bilerek devam etmek ve en önemlisi niyeti samimi tutarak hayat amacını kaybetmemek gerekir.
Birgün tüm hayatımız gözümüzün önünden film şeridi gibi geçerken tebessüm edebilmek dileğiyle…
Hanife Eldem