Blog
Hayatı Cesur Yaşayın
- Ocak 23, 2018
- Yayınlayan: Hanife Eldem
- Kategori: Sizden Gelen&Yaşamdan Hikayeler

Gece ne kadar kara derken doğan güneş gibidir bazı yaşamlar..
Umutları bitti sayarsın oysa yeni bir çınar olmuştur o kararan tohumlar..
Tüm cesaretiyle kaleme aldığı hikayesini
yine kendi izniyle yayınlamaktan gurur duyarım
Ben Meysure. Kimilerine göre acı kimilerine göre ise umut dolu bir hayatım var.
Ben hayatı tozpembe gördüm hep: dertsiz, tasasız. Hiç üzülmeyeceğimi sandım.
Ta ki 2014 Nisan ayına kadar. İnsanın yüreği alevli bir kor gibi yanar mıymış hiç? Benim yandı. Öyle bir acı ki geceler gündüzler tükenmek bilmedi adeta. Her gün yeniden daldım uçsuz bucaksız çıkmaz sokaklara. Güneş her zaman aynı güzellikte doğuyordu. Etrafı tüm samimiyetiyle, huzuruyla ısıtıyordu ama benim kalbimin çelik zırhını delip içeri giremiyordu. Sizler belki benim hikayemi okuduğunuzda bana acı gözlerle bakacaksınız ya da “Bu da ne ya! Sen acı mı çektin?” diyeceksiniz. Ama ben sizlere yüreğimi tüm samimiyetimle açacağım.
O zaman Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla yazmaya başlayalım.
Sabah kahvaltımı yaparken kapı çaldı. Gelen Nezihe ve Yazgül’dü. Nezihe; çok tatlı ve korkak, bir o kadar da sempatik bir arkadaşım. Yazgül; kararlı, umut dolu, can yoldaşım.
Birlikte pikniğe gideceğimiz için bana uğramışlardı. Nereye gideceğimiz konusunda ise karar verememiş tartışıyorlardı. Nezihe ve Yazgül ikisi de birbirinden zıt karakterler. Tartışmalarını izlemek ise aşırı komik. Taksi de geldi. Ormana doğru yola çıktık bakalım hayırlısı. Yol boyunca masmavi gökyüzü, birbirinden renkli çiçeklerin kokusu büyüledi hepimizi. Ve artık piknik alanına geldik. Etraf o kadar sessiz ki sadece kuş sesleri var. Muhteşem bir yer. Nezihe, ormana geldiğimiz için tedirgindi: Az sonra kurtlar, köpekler gelsin de görün.
- Bu kız neden korkak ve cesaretsiz.
Bizim ikiliye seslendim:
– Ateş yakmak için odun toplamamız lazım. Biri benimle gelsin. Yazgül:
– Ben geleyim, beraber toplar geliriz. Bakarsın ilerideki ağaçlarda meyve vardır. Nezihe konuya her zamanki gibi daldı:
-Siz giderseniz ben burada asla kalamam. Ben de geleyim.
Olmaz! Birimiz eşyaların başında durmalı.
-Tamam o zaman. Meysure ile ben gideyim. Ama o zaman da ileride tehlikeli bir şeyler varsa -Of daraldım ama. Nezihe ile ben gidiyoruz. Bazen o kadar çocuksu oluyor ki bu kız.
Gördüğümüz odun parçalarını toplamaya başladık ve ileride gördüğümüz elma ağacının yanına geldik. Nezihe’ye hemen sen şu ağaca çık, topladıklarını bana ver, dedim. Ama demez olaydım keşke. O korkarmış ya ağaç yıkılırsa diye. İş yine bana kaldı. Ağacın dalına çıktım. Biraz elma topladım. Karşıya baktığımdaysa gördüklerime şok oldum. Karşıda masmavi bir göl vardı. Yanında da şirin mi şirin bir kulübe. Oraya bakacağım derken kendimi yerde buldum. Nezihe:
- İyi misin? Bir şey olmadı de mi? Benim sözümü dinlesen böyle olmazdı.
Saatlerde söylendi durdu. Ama benim aklım hala orada kaldı. Geldiğimiz yoldan, geri Yazgül’ün yanına doğru ilerlemeye başladık. Yazgül çoktan masayı kurmuş, eşyaları yerleştirmiş. Ben de hemen ateşi yaktım. Yazgül ile Nezihe yemekleri pişirmeye başladı. Kendimi yemyeşil çimenlerin üzerine attım. O kadar rahatlamış hissettim ki başladım bir sürü hayaller kurmaya. Doğa gerçekten insana huzur veriyor. Ta ki Nezihe’nin bağırma sesine kadar. Hemen yanlarına gittim. Nezihe salatayı doğrarken elini kesmiş. Çantandaki yara bandı ve temizleme jelini alıp yanına gittim. Güzelce temizleyip bantladım. O kadar çok ağladı ki…
- Ya şimdi kan durmazsa kanamadan ölürsem. Hemen ambulans çağırın. Size gelmeyelim demiştim. Neler geldi bak başımıza.
- Bak Nezihe bu dünyadaki eli kesilen ilk insan sen değilsin. Az sonra acısı geçer. Bu kadar abartma lütfen.
Bu sırada yemekler olmuştu. Harika gözüküyorlardı. Hemen yemeğe başladım. Görüntüleri kadar tatları da harikaydı. Nezihe konuşmaya başladı:
- Siz bana korkak ve cesaretsiz diyorsunuz ya, Neden benim böyle olduğumu düşündünüz mü hiç? Ben 2,3 yaşlarındayken annemlerle pikniğe gitmiştik. Beni çimlerin üstüne bırakıp kendileri iş yapıyordu. O sırada köpek bana doğru gelip üzerime atladı ve ısırmaya başladı. Üstüm başım yırtılmıştı. Ben o günden rahat uyuyamıyorum. Her şeyden korkuyorum.
Bunu duyduğumuzda çok üzüldük.
- Peki bir doktora falan gittin mi?
- Bir defa gittim. Sonra tekrar gitmeyi istemedim. Hem faydası da olmadı zaten.
- Hayır Neziheciğim, faydası olur. Daha hayatın başlangıcındasın ve sen en ufak şeylere bile cesaret edemiyorsun. Hayat sana daha ne zorluklar getirecek. Cesaretli olmalısın ki dimdik ayakta durasın. En yakın zamanda doktora gidiyorsun. Nezihe:
- Haklısın galiba. Denemekten bir şey kaybetmem.
Ortam bayağı sessizleşti. Sepetin içindeki topa gözüm ilişti. Topu kaptığım gibi oynamaya başladım. Bizimkilerde sonradan oyuna katıldı. O kadar eğlendik ki anlatamam. Saat 14.00’ a yaklaşıyordu.
- Saat 16.00 gibi buradan ayrılmamız lazım kızlar. Daha iki saat vat. Ormana keşfe çıkalım bence.
- Haklısın, eğlenceli olabilir. Nezihe:
- Gitmesek mi acaba? Yazgül:
- Nezihe! Ama ne konuştuk.
- Tamam tamam. Hadi gidelim.
Eşyaları toplayıp ormanın içlerine doğru ilerledik. Güneş tam tepemizdeydi. Gözlerim öyle yaşarıyor ki sanki şelaleden su akıyor. Göz yaşlarımdan dolayı yürüyemedim bile.
- Kızlar ben rahatsızlandım. Gözlerim çok acıyor. Eve dönelim mi?
- Tabi ki de. Sen nasıl istersen. O zaman ben taksiyi çağırayım.
20 dakika sonra taksiye binip eve doğru yola çıktık ama gözlerim hala acıyor. Soğuk suyla yıkamama rağmen gözlerimdeki acı dinmedi. Neyse ki eve geldik. Arabadan eşyaları indirip eve geçtik. Annem gözlerimi görünce şok oldu.
- Ne oldu sana kızım.
- Anne Güneş’e hiç bakamadım bugün. Sonra da kaşınmaya başladı. En son bu hale geldi. Çok acıyor.
- Tamam ben hemen babanı arıyorum. Doktordan randevu alsın gidelim. Kızlar siz de geçin hadi. Sohbet ederiz.
- Yok Emine teyzeciğim. Biz bugün çok yorulduk. Şimdi eve gidelim, tekrar geliriz.
- Hoşça kalın kızlar! Annenize selam söyleyin.
- Tamam Emine teyzeciğim.
Kızlar gittikten iki saat sonra da babam geldi.
- Randevuyu aldım. Hadi hemen çıkalım.
- Şimdi mi gidiyoruz bu kadar acele?
- Önemli bir şey olabilir Meysure. Acele edelim.
Doktor Arif Sak göz ölçümümü yapıp makineyle gözlerimin içine baktı.
- Güneşe karşı alerjisi var. Gözlerin bundan dolayı yaşarıyor. Bir şey daha var.
- O da nedir Doktor Bey, korkutmayın bizi?
- Sağ gözünde bir solukluk var. MR çektirsek iyi olacak.
- Ben de bir şey var sanmıştım. Altı üstü solukluk varmış. İlaçla falan geçer herhalde. Ben arkadaşlarıma durumu anlatayım. Beni merak etmişlerdir. Arkadaşlarımı aradım ve durumu aktardım.
Bu işi de hallettik tamamdır, oh ne güzel yemek kokuları geliyor mutfaktan. Kurt gibi acıktım.
- Anneciğim yine çok güzel şeyler hazırlamışın.
- Beğenmene sevindim tatlım. Hadi otur da soğutmadan ye.
Bugünkü doktor mevzusunu takmıyor gibiydim ama ya bir şey çıkarsa MR’dan? Meysure derin derin nefes al. Kendine gel lütfen. Herkesin gözünde olabilir bu. Hem yarın her şey belli olur.
- Meysure!
- Efendim anne!
- Daldın gittin kızım. Hayırdır bir şey mi oldu?
- Yok anneciğim. Çok yoruldum bugün. Uyusam iyi olacak.
Yavaş adımlarla odama çıkıp yatağıma yattım. Ama nedense uyku tutmadı. Tavana boş boş bakmaya başladım. Bir an aklıma şu geldi: Ben hayatımda başka insanları hiç düşündüm mü? Bugün hastanede yatan bir sürü çocuk gördüm. Ameliyata girecek olan ameliyattan çıkan çocuklar hiç korkmadılar. Ne kadar çok cesaretliler. Bense MR’a girmeden korkuyorum. İnşallah MR korkunç değildir. Ve sonunda uykuya daldım.
Sabah güneş ışığının pencereme girmesiyle uyandım. Saat 09.30’du. Hemen üzerimi değiştirdim, elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Az sonra babam gelecek hastaneye gideceğiz.
Hastane odasının kapısında “manyetik rezonas” yazıyordu. Bu sırada bir görevli adımı okudu, içeriye geçtim. “Üzerindeki tüm metalleri çıkar.” dedi. Daha sonra beni bir odaya aldı. Farklı bir makine. Koluma damar yolu açıp çıktı. Bir de “ Sakın hareket etme “ dedi . Makine çalışmaya başladı. Öyle sesler çıkıyordu ki ambulans sesi mi desem yoksa bozuk makine sesi mi, anlayamadım. Gözlerimi de açamıyorum. Çok korktum. Ve bir an düşündüm. “Korkma! Şimdi biter, sen cesursun “ diyerek kendimi motive etmeye çalıştım.Yaklaşık 20 dakika sonra odadan çıktım. Babam doktora “ sonucu ne zaman alırız?” diye sordu. Doktor:
- Yarın öğleden sonra burada olun. Sonuç çıkmış olur ,dedi.
MR da çekilip bitmişti. Ve biz de hastaneden çıkıp eve geldik. Yarını adeta iple çekiyordum. Odama gidip kitap okudum. Bir süre de bahçedeki salıncakta sallandım. Sonra da yatağıma gidip yattım. Ben uyandığımda babam çoktan hastaneye gitmişti. Ben de evden çıkıp okula gittim. Babam iki gibi sonuçları alır almaz beni okuldan almaya geldi. Yol boyunca hiç konuşmadı. “Ne oldu? Bir şeyler söyle” dedim ama ağzını açmadı. Duyduklarına çok şaşırmış olmalı, her halinden belli. Hastaneye geldik, doktorun odasına çıktık. Doktor beynimde bir tümör olduğunu söyledi. Ben o an yıkıldım. Tüm üzüntümü, öfkemi, sinirimi hırçın dalgalar gibi sert kayalara vurmak istedim. Artık güneş doğmuyordu benim için. Hayatımın sonuydu. Artık eski neşeli, güler yüzlü Meysure kalmamıştı. Yüreğim buna dayanabilecek miydi? Nasıl kakacağım bu ağır yükün altından? Nasıl yaşayacağım bu tümörle? İlk defa o gün, tüm bedenim öyle yandı ki.. Kalp acısını ilk o gün öğrendim. Keşke dedim hep, keşke o hastaneye hiç gitmeseydim, öğrenmeseydim. Yirmi dört saatlik günler bana kırk saat gibi geldi. O günden sonra her gün internetten tümörle ilgili bilgiler öğrendim. Her gün yeniden yandım. Nezihe ve Yazgül’den de uzaklaşmıştım. Onlar da bu sürede yeni arkadaşlar bulmuşlar “artık kimsem kalmadı derdimi anlatacak” diye odamdan çıkmadan hıçkırarak ağladım. Sorarlardı “ İyi misin ?“ “İyiyim “ der geçerdim. Artık kalbimin pencerelerini kimseye açamadım. Sıkı sıkı kapatıp her şeyi içime attım. Amacım güçlü görünebilmek, korkmamak, cesaretli olmaktı. Bunu insanlara karşı başardım. Onlara karşı dimdik ayakta durdum ama benim kalbimde fırtınalar, tufanlar kopuyordu da belli etmiyordum. Aslında çok güçsüzdüm. Kendimi kandırdım günlerce. Ben bu duygular içindeyken ailem de perişan olmuştu. Kendimi o kadar çok inandırmıştım ki artık iyi olamayacaktım. Konya’da altı tane hastaneye gitmiştim. Hastaneye her gideceğimde o gece doğru düzgün uyuyamazdım. Doktorun odasına adımımı her attığımda Rabbime yalvarırdım. “Allah’ım! Ne olur kötü şeyler söylemesinler.”
Elbette acım ilk günkü gibi derin olmuyordu. Kalbimin yangınları az da olsa sönüyordu. Ama bir kez yandı ya o acı dinmiyordu.
Bu yaşananlardan sonra Nezihe ile Yazgül’ün yanına gitmeye karar verdim. Onlarla telefonla görüşmüş ama hiç yüz yüze konuşmamıştım. Yazgül ve Nezihe koşarak yanıma geldiler. Birbirimize sarıldık. Yazgül:
- Neden yanımıza hiç gelmedin? Ne olur artık kendini daha fazla üzme! Nezihe:
- Her şeyin bir çaresi var elbette bunlar da geçer.
Herkesin ağzından süslü cümleler, olumlu kelimeler dökülüyordu. Ama hiçbiri benim kalbimin zırhını delemedi. Kızlara “ Babam İstanbul’da iyi bir cerrah bulmuş, ona gideceğiz, büyük ihtimalle orada ameliyat olacağım. Bir süre burada olamam” dedim.
- Sen çok iyi olacaksın. Eski neşeli Meysure gelecek, iyileşeceksin bak, bize inan. Her şey çok güzel olacak” diye teselli ettiler beni.
Onlara son kez sıkıca sarılıp eve geldim. Annem eşyalarımızı çoktan hazırlamıştı. Yaklaşık 6-7 saat sonra İstanbul’daydık. Denizin kokusu, rengi bir nebze olsa acımı dindirmişti. Bir araba tutup hastaneye geldik. Yine her zamanki gibi içimde bir üzüntü oluştu. Artık hastane gördüğümde çok kötü anılar canlanıyordu aklımda. Yavaş adımlarla doktorun odasına gittik. Doktor bunun riskli bir ameliyat olacağını ama mecburen yapılması gerektiğini söyledi. Hemen tahlilleri yaptırıp yatışı hızlandırmamızı istedi.
Artık ameliyat olacaktım. Hiç kurtuluşum yoktu. Tüm tahlilleri hızlıca yaptırdık. Odam her şeyim hazırdı. Sadece iki günüm vardı. O kadar çok korkuyorum ki. Düşünsenize beyin ameliyatı olacağım. Belki de son defa baktım güneşe, aya belki son defa denizin kokusunu burnuma çektim. Belki son defa dokundum canımdan öte anneme. bu dünyaya ait her şeyi bırakıp gideceğim belki. bir melek olup kanatlanacağım belki de . en kötüsü de ne biliyor musunuz? Yaşamla ölümün arasındaki o ince çizgide kalmak. O ince çizgide kalmak çok daha kötü. Annem geliyor, babam geliyor bana sesleniyorlar ama ben ne konuşabiliyorum ne duyabiliyorum. Off kendime gelmem lazım. şuanda yapmam gereken tek şey rabbime yönelmek. O isterse dağlar yerinen oynar, gökler ortadan ayrılır. Ben Allah’a teslim olacağım ve o ameliyata gireceğim sonuç ne olursa olsun. Kendimi az da olsa motive etmiştim. Bu sırada babamın telefonu çaldı büyük ihtimalle hastaneden arıyorlar, ne oldu acaba
-siz Mustafa bey misiniz ?
-evet buyrun
– kızınızın ameliyatını yapamayacağız. Doktorumuz tatile çıkacak. Acil bir durum olursa müdahale edemeyiz
– nasıl yani her şey bitti mi
– maalesef evet iyi günler
Tam anlamıyla yıkıldım. İnanmıştım korkmuyordum artık ameliyata girip çıkacaktım. Bitecekti her şey. Şimdi sil baştan başlayacağım. Canım her geçen gün acıyor. Tüm duygularımı umutlarımı kalbimdeki son zerre kalan ışığı da söküp attılar. Etrafa boş gözlerle anlamsız bakmaya başladım. Benim için her şey bitmişti. Ne ameliyat masasına yatarım ne de bir daha doktora giderim. Benim için o kadar büyük bir şoktu ki çok korktum. Cesaretimi toplayamadım. Ama sonra “orda bir dur sen” dedim. Sonradan çok inanmıştım üzerimdeki korku gitmişti. Şimdi geriye kalbimde sadece merhamet kaldı. Tüm iyi duygularımı avucumun içine alıp üfledim çok uzaklara. Annemler burada yapacak bir şey kalmadı Konya ya dönelim dediler. Onlar da çok perişandı. Neler olduğunu tam anlamlandıramadılar. Konya’ya döndük. Bir müddet kimseyle görüşmeyecektim. Kahvaltımızı yaptık, salonda oturmaya başladık. Annem
– Çok mu üzgünsün, çok mu canın yanıyor.
– Anne, ben bir daha ameliyat olmam.
– Vardır bunda da bir hayır kızım, sen gönlünü temiz tut. Senin yolun Hak yol olsun, Allah seni bize bağışlar inşallah. Sana şimdi her şeyi unut diyeceğim ama olmayacak. Tüm cesaretini kırdılar biliyorum ama ne olur kafana takma bugünler de geçecek.
Bir iki saat sonra Nezihe’yle Yazgül geldi.
– Haydi hemen üstünü değiştir, dışarı çıkacağız.
– Hayır ben istemiyorum, böyle iyiyim.
– Olmaz, izin vermiyoruz. On dakika içinde burada oluyorsun.
Zorla beni dışarı çıkardılar. Çarşıya indik. Nezihe’nin komik sevecenliği az da olsa yaşananları unutturdu bana. Oradan lunaparka gittik, öyle eğlendim ki son sesim çıkana kadar bağırdım. Duygularımı ilk anda çok fazla yaşadığım için sonraya çok bir şey kalmıyordu. Biz lunaparktan çıkarken saat 16 . 00 gibiydi. Yazgül:
– Şimdi bize gidiyoruz, bu gece film gecesi yapacağız.
– Gerçekten mi, ne tür film izleyeceğiz?
– Tabii ki de korku…
– Hayır hayır korku olmaz, bir de gece gece izlenmez, komedi izleyeceğiz.
– Tamam senin istediğin gibi olsun.
Tüm gece hiç uyumadık, çok özlemişim onları. Sabaha karşı eve geçtim. Annem kahvaltıyı hazırlamış, beni bekliyordu. Hemen masaya geçtim.
– Meysureciğim!
– Efendim, anne.
– Bayram yaklaşıyor, amcanlar bize gelecek.
– Aaa! Gerçekten mi?
– Evet., bizimle birlikte köye gidecekler.
– Şimdi heyecanlandım bak. Bu bayram çok eğlenceli geçecek desene!
– Aynen öyle oldu. Bu gün sana bir şeyler almaya çıkalım olur mu?
– Tamam çok iyi olur, seni çok seviyorum anne.
– Ben de bir tanem.
Artık şoku yeni yeni atlatıyordum. Bayramın gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Tüm kuzenler çok eğleneceğiz. Bugün çarşıya inip bana kıyafet aldık. Akşam da erkenden yattım. Bugünlerde çok yoruluyordum. Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımda Zahide ablam ve Cihat ağabeyim gelmişlerdi. O kadar çok sevindim ki şimdi geleceklerini hiç bilmiyordum. Zahide ablam çok tatlı, çok hanımefendi, sevecen birisi. Cihat ağabeyim ise çok dürüst, sessiz, sakin, saygılı. Onlar uzun zamandır Konya’ya gelmiyordu.
– Zahide abla, size Konya’yı gezdireyim mi?
– Bence olabilir.
– Tamam o zaman, az sonra çıkarız.
Bugün onlarla gezdik. Bir yerlerde bir şeyler yedik. Cihat ağabeyim, beni çok güldürdü. Tüm gün gezince yorgun bir halde eve geldik. Sabah erkenden valizleri arabaya yerleştirip yola çıktık. Hepimiz de ayrı bir sevinç vardı. Cihat ağabeyim, erkenden uyandı. Sabah bir sevinçle eşyaları arabaya yerleştirdi. Halamı da alacaktık. O da sabaha kadar uyuyamamıştı sevinçten. Hepimiz arabaya bindik, yola çıktık. Arabayı ağabeyim kullanıyordu. Yaklaşık bir buçuk saat yol aldık. Sonra ise olan oldu. Tam hatırlamasam da anlatayım.
Araba başta, sağa doğru çekmeye başladı. Biz farklı bir tarafa çeviriyoruz, araba farklı bir yere gidiyor. Yolun ortasında zig zaglar yapmaya başladık. Bir o tarafa, bir bu tarafa… Karşıdan ise ambulans geliyor. Onun sadece ışıklarını gördüm. Sonra annem ağabeyime bağırmaya başladı.
– Oğlum ne yapıyorsun sen?
– Yolun diğer tarafında çakıllı bir hendek vardı. Oraya girmişiz. Araba takla atıp yan dönmeye başladı. Kafamı cama çarptım. O esnada saniye, dakika, saat gibi bir kavram olmadı. İçimden yalvardım. “Ne olur artık bitsin!” O an bana bin saat gibi geldi. Arabanın içinde çığlık atıyorum. “Ne olur, beni de kurtarın!” Ama herkes sadece kendi derdinde, kimse kimseyi görmüyor. Halamın üstüne düşmüşüm, o da arada kalmış. Sonrasında ise ağabeyim arabadan inmiş, arabayı düzeltmiş. Bir de bakmış ki Cihat ağabeyim, uçurumun kenarında hiç kımıldamadan boylu boyunca yatıyor. Her tarafından kanlar akıyor. Hemen yanına gidip bağrına basmış. Bu sırada yoldan geçen yolcuların hepsi yanımıza gelmiş. Etraf ana baba günü gibi kalabalık. Adamın biri beni arabadan çıkardı, sonra Cihat ağabeyime baktım. Uçurumun kenarında kanlar içinde yatıyor. Halam desem her tarafı kan içinde. Ayağımı hissetmiyorum diye çığlık atıyor. Acil tıp teknisyenleri hemen bize damar yolu açtı, boyunluk taktı. Cihat ağabeyimin ise nefes borusunu temizlediler. Hırıltılarını duydum. Kardeşi yanına gitti. “Cihat’ım, ne olur uyan, ne olur uyan Cihat’ım.” Öyle çırpındı, öyle bağırdı ki bu sırada ben kafa travması geçirmişim. Durmadan kustum. Hemen bizleri ambulanslara alıp hastaneye getirdiler. Hep ambulansa bineyim derdim. Meğerse berbatmış. Hastanede acil müdahalede bulundular, sedyeyle o odadan o odaya taşıyıp durdular. Bir gece hastanede kaldım. Cihat ağabeyimin durumu ise kötüydü. Yoğun bakıma almışlar, çok fazla kanaması varmış. Halama ise “Bu felç olur, yürüyemez” demişler. Tabii bana hiçbir şey söylemiyorlar. Hastanede yatarken hiçbir şey anlamadım, düşünemedim, ağlayamadım, Sadece baktım. Tüm akrabalar herkes hastaneye geldi. Hepsi bana korku dolu gözlerle bakıyordu.
Sonunda beni hastaneden çıkardılar. Ağabeyime baktım, tişörtü kan içindeydi. Herkes bitmiş bir şekilde birbirine bakıyordu. O an dedim ki Kalbimi çıkarıp alsalardı da bunu yaşamasaydım. Öyle bir şok ki ne ağladım, ne bağırdım, konuşamadım, dondum kaldım öylece. Beni eve getirdiler, gözlerimin her tarafı mosmor olmuş. Aynaya geçip “Bu ben miyim?” dedim kendime. Sabaha kadar gözlerimi kırpmadan oturdum. Sabah ilk işim hastaneye gitmek oldu. Kışın sert rüzgarları gibi çarptım her tarafa. Öyle canım yandı ki tüm bedenim girdi çıktı alevlere. Her defasında yeniden yandım. Bir hafta boyunca hastanede bekledim. Durmadan dualar okudum. İçim hep umutla doluydu. “Yaşayacak.” dedim. “Benim ağabeyim, kolay kolay pes etmez.” dedim. Doktorlar kötü bir haber verecek diye her gün canımdan can gitti. Onu o kadar çok seviyordum ki benim için ağabeydi, kardeşti, her şeydi. Hiç aklıma gelmezdi. Sevinçli bir şekilde yola çıkarken bunların olacağı. Ama sabrettim, bekledim. Kendimi o yaşayacak diye çok inandırdım ve bir Cuma günü bir haber geldi ki! “Cihat öldü.” dediler. İnanmadım, “Olamaz, o yaşayacak.” dedim. Aldık Kuran’ı elime okuma başladım. “Ne olur, Allah’ım, ne olur Cihat yaşasın!” Ama her şey için çok geçti, Doğduğu saatte ezanlar okunurken gözlerini yumdu bu hayata, Cennet Kuşu oldu gitti bu diyardan. Üç saat boyunca hiç ağzımı açmadım, sustum. Köye geldiğimde Cihat ağabeyimin salası veriliyordu. Kapıdan içeri girdim. Etraf insanlarla doluydu, herkes ağlıyordu. Ölmüş, gerçekmiş. Aldılar tabutunu omuzlara, dualarla götürdüler Hakk’a. Son defa ona el salladım. Artık o yoktu. Ama çok zor, buna dayanmak. Kalbimi, bedenimi hissetmedim. Keşke beni de alsan dedim, beraber gitsek. Sen gittin, Cennet’tesin. Ama kolay mı dayanmak, kolay mı unutmak, kolay mı bu acıyla hayatını yaşamak? Daha bir şoku atlatamamışken bir şok daha yaşadım. Benim yüreğim hangisine dayansın.
Ölüm çok zormuş. Bu zaman kadar hiç yaşamamıştım. Bir de canınız gibi sevdiğiniz ise çok daha zor. Kazadan bir gün önce onunla gezdim. Sabahında onunla konuştum. Ondan böyle ayrılmak istemezdim. Onun hep son halini hatırlayacağım, boylu boyunca her tarafı kan içindeki halini. Gözümü kapatıyorum o sahne, açıyorum yine aynı sahn. Geceleri uyuyamadım. Nefes aldım mı, evet. Hayatta mıydım, bana kalırsa hayır.
Tüm aile bitmiştik. Annesi, babası, ablası…
Bu olaylardan sonra panik atak krizleri geçirdim. Nefes alamadım. Bir gün bir ses beni o odadan o odaya çağırıyor. “Meysure, sağa gel, sola gel.” Evin içinde deli gibi dolaştım. Öyle korktum ki depresyon haplarına başladım, karanlıklara gömüldüm her zaman. Şimdi de halam var, felç olur kesin diyorlar. Tüm bu olanlardan bir hafta sonra Konya’ya geldik, okula başladım. Bu sene sekizinci sınıfım. Annemim hastanede halamın yanında kalması lazım. Ben de evde hep yalnız kaldım. Kimseye derdimi anlatamadım. Arkadaşlarımdan tamamen uzaklaştım. Kimsem kalmadı destek olacak artık.
TEOG sınavım olduğu için sıkı çalışmam lazımdı. Okuldan eve gelince yemeğimi yer, oturur masanın başına, ağlaya ağlaya testlerimi çözerdim. Hep keşke içimi dökecek birisi olsa derdim. Az konuşsam da rahatlasam ve Rabbim benim karşımda öyle bir insan çıkardı ki bana az da olsa dertlerimi unutturdu. Kim miydi bu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Hocam. Ben ağladığımda o da ağladı. Ben güldüğümde o da güldü. Benim için elinden gelen her şeyi hiç düşünmeden yaptı. Onu öyle sevdim ki düşünmeden tüm derdimi ona anlattım. Onunla konuştum, hayata tutundum. Bir gün beni bir psikologla tanıştırdı. Öyle tatlı bir kadın ki o konuşsun, saatlerce onu dinle! Kendisiyle her hafta seans yapmaya başladık. İlk başta “Gitsem mi? Bana bir şeyin faydası olmaz ki! kim ne çare bulsun?” dedim. Ama annemlerin isteğiyle gittim ve iyi ki de gitmişim. Oraya gittiğimde durumum gerçekten kötüydü. Hayatımı kara bulutlar kaplamıştı. O, kara bulutları benim hayatımdan çekip aldı.
Bana öncelikle güzeli görmeyi öğretti. Ben hayatı nasıl yaşamak istersem hayat öyle. İpler az da olsa benim elimde. Siz dışarıya kirli camdan bakın, ne görürsünüz? Her yer kirlidir. Temiz camdan ise her yer parlak gözükür. Ben de camlarımı temizledim. İyiye odaklandım. Her şeye rağmen iyi düşündüm, iyi gördüm. Evet, hayatım zor ama İnşirah suresinde de geçtiği gibi her zorlukla beraber bir kolaylık var. Zorluğun kolaylığını da güzelliğini de yaşadım. Tüm yaşananları farklı kişilerin gözünden anlattım. Sonuçta anladım ki en kötü durumdaki kişi ben değilim. Herkesin farklı dünyası, farklı hayatı var ve maalesef herkesin de kendine göre dertleri çok. Dünya benim etrafımda dönmüyor. Değişmeye adım adım başladım. İlk başta bozuk bir yapbozum vardı, artık parçaları birleştirebiliyorum. Hayatımı hep başkalarına göre yaşadım. Hep korktum ama şimdi kendime “Ben değerliyim.” diyorum ve Allah benimle birlikteyse ben en cesur insanım.
Bir iki hafta öncesinde beynimdeki tümörün büyüdüğünü öğrendim. Çok zor, çok büyük bir beyin ameliyatı olacak, çok riskli dedi. Üç hafta sonra da ameliyat olacaktım. Ameliyat olmaktan korkmadım. Tamam dedim O ameliyata gireceğim..Tüm bu olaylar arasında TEOG sınavı gelmişti. Kendime inandım. Cesurca okuluma gittim. Sınava ağrı kesici haplarla girdim. Ama hastalığımın beni durdurmasına izin vermedim. Hiç korkmadan Rabbime sığınarak sınavıma girdim. Toplam 3 yanlış çıkardım. Çok mutlu ve huzurluyum, anlatamam.
Sizler belki de benim hikayemi okurken ben beyin ameliyatında olacağım. Ameliyatı sabırsızlıkla bekliyorum. Mevlana’nın da dediği gibi belki ölüm günüm benim düğün gecem olur, bilemeyiz. Ama ne olursa olsun ben Rabbime duamı ettim, başımı seccademe koydum, Allah’a sığındım. Korkmuyorum hiçbir şeyden. Her şeye cesurca göğüs geriyorum. Size diyeceğim o ki belki hayat zorluklarını benimki gibi erken gösterir size, belki de geç. Ne olursa olsun hiçbir zorluğa eğilmeyin. Başkalarının esiri olmayın, cesur olun. Cesur olun ki hayatta kalasınız. Hayatınızın halatlarını gevşek tutmayın, sıkı sıkı tutun ki hiçbir zorluk size boyun eğdirmesin. Her türlü sıkıntıda çelik gibi güçlü ve cesur olun. Çünkü bu ülkenin siz cesur gençlere çok ihtiyacı var.
RUVEYDA T.