Blog
Kaybettikten sonra gelen değer
- Aralık 18, 2020
- Yayınlayan: Hanife Eldem
- Kategori: Aile İçi İletişim Bireysel Gelişim
Bu dramatik duyguyu en çok evladına öfkesini tutamayan annelerden duyarım:
-O uyuyunca oturuyor onu izliyor, ona bağırdığım için kendime kızıyorum. Uyanınca ona iyi davranacağıma dair kendime söz versem de uyanınca o etki yok oluyor, beni yine öfkelendiriyor…
Örnekleri çeşitlendirecek olursak; geçici bir işe giren bir bireyi izleyelim, adı üstünde geçici girmiştir o işe çokta özverili olmasına gerek yoktur.
İşe giderken ayakları geri geri gider, nitekim iki ay sonra çıkacaktık…
İki ay dolup işten ayrılınca içinde bir pişmanlık duygusu belirir. O işi daha heyecanla yapmadığına dair üzülmeye, hakkını verip veremediğine dair şüphelere düşer.
Evet bizden bir örnek değil mi?
Başka neler var, vakti geçtiğine üzüldüğümüz, pişmanlık yaşadığımız?Okul hayatı, çalışılmamış sınav, kaçırılmış sevgili, bitmiş ilişkiler, evlilikler, diyetini bozan o son tabak yemek, yenik düşülen o öfke, trafikte yaşanılan gerginlikler belki bir kaza, belki bir hasar, dikkat edilmediği için yaşanılan hastalıklar… Devam edecek olsak neler çıkar… İtinasiz yapıp, sonra daha farklı olacağına karar alıp, yeniden üstünkörü yapıp pişman olduğumuz, ne zaman ve ne kadar elimizden uzaklaşsa hep o özlem duyduğumuz anlar kalır. Maddi ya da manevi kayıplar, ayrılıklar veya ölüm haberi sonrasında sarsılan anıların burukluğundaki hayatlarımız kalır geriye. Hayatta ne varsa kaybedilen, sanki elinde başka bir şey kalmamış gibi hissedilen tüm anlar kalır.
İçten içe hissedip dış dünyaya yansıtmak istemediğimiz saklı kimliğimiz… İşte tam da bu sırlardan bahsedelim şimdi. Tekrar tekrar aynı çarkta dönüp duran bu döngüleri yaşamımıza neden olanlar arasında kısmen mükemmeliyetçi yapımız olabiliyor. Örneğin “O dersi mükemmel çalışmalıyım ki, tam puan almalıyım.” Ancak o kadar çalışmaya vakit olamayabilir yada yapamazsam korkusu oluşur, o halde biraz yapacağıma tamamen bırakayım bu işi düşüncesi ile yapıyor olmaktan vazgeçer. “O kadar mükemmel bir anne olmalıyım ki, çocuğum beni hatasız bilmeli, o zaman insan üstü güçlerim varmışcasına davranmalıyım.” Haliyle böyle olamayınca öfke krizleri, ani parlamalar ve çok daha iyi olmak isterken belki de en kötü modeli sergilemeye başlarız. Aynı kalıpla bütün örnekler çoğaltılabilir.İç dünyamızda, dış yansımamıza rağmen saklı bölmelerimiz mevcuttur.
Eğer tüm bu pişmanlıkları yaşamamıza neden olan duygu sadece daha fazla iyi olamadığı için tamamen vazgeçmemizi sağlayan olanağını, mükemmeliyetçiliği anlayalım. Mükemmellik neden oluşur? Neden mükemmel olmak zorunda hisseder insan kendini? Neden en iyisini yapmaya şartlanmıştır?Burada nedenlerden ziyade nereye bakmamız gerekiyor bununla ilgilenelim.
Aslına bakarsak ortaya çıkan her çözümle birlikte bir çözülmesi gereken unsur daha onunla birlikte açığa çıkıyor.Mükemmelliği oluşturan sebeplerden biri yetersizlik şemasıdır yani kendini yetemiyor hissetmek ve bunun getirisi olan kendini ispatlama çabası ile en iyisini yapma isteği duymak. Bu algı modeli, sürekli yüksek motivasyon ve insan üstü irade gerektirdiği için kişide yorgunluk ve aynı tempoda sürekli kalmak zorunda hissetmesinin getirisiyle bir bezginlik durumu gelişir. Eğer yaşamda, yaşadıklarımızdan geriye elimizde pişmanlık kalmasın istiyorsak, vakti geçmiş her şeye iç geçirmek istemiyorsak, kaybetmeden önce de kıymetini anlamak istiyorsak öncelikle elimizde var olan her ne ise ondan ve ona yaklaşımda beklentimizi normale çekmeliyiz. En mükemmel anne olamayız, tıpkı en mükemmel eş olamayacağımız gibi. Nitekim hiçbir zaman öyle bir anne de olmadı öyle bir eş de. Diğer örneğe dönersek, kusursuz öğrenci olamaz.
Öncelikle bir düşünelim, bunun kriterini tam olarak kim, neye göre belirleyebilir?Her başarılı varsayılan öğrencinin bile herhangi bir zaman diliminde alabileceği düşük bir notu veya yaşamında farklı bir hatası olabilir. Amacımız başkalarında kusur ile kendimizi beslemek değil burada. Bizim, hangi durumda olursak olalım olanı olduğu gibi kabul etme, içinde bulunduğumuz mevzuyu uçlardan normalleştirmeye ihtiyacımız var. Ancak bu bakış açısıyla elimizde olanı tam da elimizdeyken kıymeti ile yaşar, elimizden uzaklaşsa bile onun doyumu bizimle kalmaya devam eder. Annelik normal olduğunda, kendimize hata payı verebildiğimizde ortada daha mükemmel olabilmek için çaba ve tasa kalmadığında günlük yaşamı birlikte paylaşma kalır elimize. Öğrenci kendine düşük not alabilme ihtimali verebildiğinde az da olsa ders çalışabilir. Aile üyelerinde bir kayıp yaşandığında o kişi ile olan pişmanlıklar değil, yaşanmış doyumlar, keyifli ve hakiki anılar hatırlanır. Bir şeyler normalleşmeye başladığında, sadeleştirildiğinde ve şeffaflaştığında yaşam daha akıcı ve kolay olmaya başlar. Böylece keşkelerin yerini iyi ki, pişmanlıkların yerini doyum, kahretmelerin yerini tatmin duygusu alır…
*bu cümle alıntıdır
Hanife Eldem